
Bazı insanlar için bu durumu yaşamak çok sıkıntılı, bazıları için ise de çok şanslı bir durumdur. Çünkü bu durumu yaşayan kişi artık o tabloya, müziğe, şiir dizelerine bağlanır ve anlık olarak orada yaşar. Bu durum mental olarak kişiye baskı yaptığı için bunu panik atağa taşır. İsminin Stendhal Sendromu olmasının sebebi ise, bu durumun ilk incelemelerinin Stendhal’ın Roma, Napoli ve Floransa gezi yazısında, Floransa’da bulunan Santa Croce Katedrali’nde gördüğü eserler sonucunda kendinden geçtiğini söylemesi ve bu durumu kitabında “J’étais dans une sorte d’extase.” / “Bir çeşit coşkunluk içerisindeydim.” diyerek açıklamasıdır. Bu hastalığın tam olarak Stendhal Sendromu ismini almasıysa 1979 yılında, Grazielle Magherini sayesinde olmuştur.
Diğer isminin Floransa Sendromu olmasının asıl sebebi ise, yıllar içinde yüzlerce insanın Floransa’nın müze ve katedrallerinde bu durumu yaşamasıdır. Hatta bu durumun en çok görüldüğü Uffizi Galerisi’nde bir keresinde kalp krizi geçiren biri bile olmuştur.

Tabii ki bu durum en çok Floransa’da görülse de, Kudüs, Ravenna, ve Paris’te yer alan Louvre müzesinde de sık sık yaşanmaktadır. Kudüs’ün de bu grubun içinde olmasının en önemli sebebi dini bir mekan olmasıdır. Anlayacağınız, genellikle bir ülkede ne kadar estetik sanat eseri varsa, o kadar da Stendhal Sendromu hastalığına sahip kişi vardır. Bu ne kadar doğru bir önerme tabi ki bilemiyoruz ama “Herkeste Stendhal Sendromu Var mı?” adlı makalede de aslında herkesin bir sanat eseri, müzik parçası veya kendi dinine ait bir parça gördüğünde, Stendhal Sendromu’na ait semptomları gösterdiği söylenmektedir.
Bu arada bu konuda yapılan tonlarca çalışma ve deneyin de mevcut olduğunu söylemekte fayda var. Örneğin, BBC News yazarı Övgü Pınar, bu sendromla ilgili önemli bir deneyi şu şekilde anlatmıştır:
- İtalya’daki bir sanat araştırmaları merkezinin psikolog ve teknik uzmanlarla işbirliği içinde yaptığı deneyde, Floransa’da bulunan Medici Riccardi Sarayı’nın ziyaretçileri gözlemlendi. Medici Riccardi Sarayı’nda, fresklerle süslü şapeli gezen ziyaretçilerin kalp atış ve nefes alış hızları, tansiyonları, göz ve kas hareketleri incelendi. Fresklere bakan ziyaretçilerin görüntüleri kaydedildi ve kendilerinden eserlere bakarken neler hissettiklerini yazmaları da istendi. Deneyde, bazı ziyaretçilerin eserlere bakarken yüz kaslarının gevşediği, göz bebeklerinin küçüldüğü, kalp atışlarında, nefes alış hızlarında ve tansiyonlarında değişiklikler olduğu belirlendi. Görsel sanat eserlerine işitsel uyarıcılar da eşlik ettiğinde ise beyindeki aktivitenin daha da arttığı görüldü. Ziyaretçilerin bazıları da hislerini “aşırı duygulanma” ve “tatlı bir yorgunluk” olarak tanımladı.”
Görüldüğü üzere herkeste hafifte olsa Stendhal Sendromu semptomları gözlemlenebilmekte. Lakin yine de, Stendhal Sendromu’nun incelemesi hala sürmekte… Belki bir gün bu sendromu da mantık çerçevesine oturtabiliriz.